SÖYLEŞİ

Dr. Ahmet Genç: Gün gelecek arabaya benzin doldurur gibi sigorta dolduracaksınız

Sigortacılık Düşünce Merkezi’nin kurulmasına öncülük yapan Eski Hazine Müsteşar Yardımcısı Dr. Ahmet Genç, Sigorta Life dergisine özel açıklamalarda bulundu.

Sigorta sektörünün geçmişten günümüze yolculuğunu değerlendiren Dr. Ahmet Genç, “Bizde bir grup duayen sigortacı, dünyadaki pek çok sigorta profesyonelinden daha bilgili. Bu bizim çok önemli bir insan kaynağımız” ifadelerini kullandı. BES’e dair de açıklamalarda bulunan Genç, “Devlet üstüne düşen her şeyi yaptı” değerlendirmesinde bulundu.

Sektör ve sektör yöneticileri sizi tanıyor ancak bizi takip eden farklı kitleler için Dr. Ahmet Genç kimdir kısaca bahseder misiniz?

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetiminden 1984 yılında mezun oldum. 1960 doğumluyum. 1985 yılında da o zamanki adıyla Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı’na girdim. 1994 yılına geldiğimizde adı Hazine Müsteşarlığı olarak değişti, Dış Ticaret ile ikisi bölündü. 2018 yılında da Hazine ve Maliye Bakanlığı oldu. Bütün bu teşkilatlarda o kadar çok unvanda görev yaptım ki; uzman yardımcısı, uzman, şube müdürü, genel müdür yardımcılığı, genel müdür… En sonunda da Müsteşar yardımcılığı yaptım. Bir tek Müsteşarlık yapmadım. Neredeyse bütün kademeleri sindire sindire, tırmana tırmana yaşadım.

1985’ten 1997’ye kadar 12 sene Bankacılık Dairesinde çalıştım. 1997 yılı Ekim ayında Sigortacılık Genel Müdürlüğü’ne geçiş yaptım. Onun ardından 2014 Aralık ayında Müsteşar Yardımcısı olana kadar orada çalıştım. 2018’de Bakan Yardımcılığı geldiği için bizim unvanımız kaldı, aktif olarak çalışmalarımız devam etti, sigorta sektörü ile ilgili konularda katkı sağladık.

Görevleriniz itibariyle sigortacılık konuları ile bir araya geldiniz. Ancak sigorta sizin için mesleki anlamın dışında aynı zamanda merak uyandıran bir alan mıydı?

Elbette ki… 1985’te ben Hazine’ye girdim, 1987’de sigorta sektörü ile ilgili işler Ticaret Bakanlığı’ndan alındı ve benim görev yaptığım Hazine Müsteşarlığı’na verildi. Ticaret Bakanlığı’ndan da sigortayı bilen tek bir kişi geldi. Ben o dönemde bankacılıkta çalışıyordum. Banka ve Kambiyo Genel Müdürlüğü’ndeki Sigortacılık Birimi önce şube müdürlüğü oldu, ardından daire başkanlığı oldu, sonra da 1994 yılında Sigortacılık Genel Müdürlüğü oldu. O zamanlar Hazine ile Milli Reasürans arasında bir protokol vardı ve her yıl 3 kişi Londra’ya sigortacılık alanında bir yıllık bir eğitime gönderiliyordu. 1990 Mart – 1991 Mart döneminde beni de o protokol çerçevesinde Londra’ya sigortacılık eğitimi almam için gönderdiler. Sigorta ile ilk o zaman tanıştım ve o sırada ilgimi çekti. Döndüğüm zaman beni yine bankacılığa verdiler. 1997 yılına geldiğimizde dilekçe verdim.  Sigortacılık Genel Müdürlüğü de kurulmuştu o zaman. Londra eğitimimi de gerekçe göstererek geçiş yapmak istediğimi belirttim. Talebim kabul edildi. Orada Daire Başkanı, Genel Müdür Yardımcısı ve Genel Müdür oldum.

Üniversitede eğitim vermeye ise 2002 yılında başladım. Başkent Üniversitesi’nde derse başladım. Hacettepe ve Karatay Üniversitelerinde de ders verdim. Birçok üniversite sigortacılık programlarını bana sordu yıllarca bu konuda görüş verdim, olabildiğince katkı sağladım.

Öğrencilere İstanbul'da sektörü görme imkanı verdik. 4. sınıf öğrencilerine İstanbul'da program ayarladık. Örnek bir sigorta şirketinin nasıl çalıştığını, sektördeki DASK gibi, SEGEM gibi kuruluşların ne olduğunu ve nasıl çalıştığını görmelerini sağladık, tecrübelerini artırıyorlardı. Oralarda hep katkımız oldu.

“Bizde bir grup duayen sigortacı, dünyadaki pek çok sigorta profesyonelinden daha bilgili. Bu bizim çok önemli bir insan kaynağımız”

 Sektöre başladığınız günden bu yana sigorta tarihini nasıl yorumlayabilirsiniz ve sigortacılığın yerini nerede görüyorsunuz?

Türkiye’de sigortacılık çok eski aslında. Selçuklulara kadar bile bu tarih uzatılabilir. Ama bugünkü anlamda sigortacılığın da en az 150 yıllık bir geçmişi var. Osmanlı’da da faaliyet gösteren sigorta şirketleri vardı. Cumhuriyet Döneminde ise Milli Sigorta şirketleri kuruldu. Anadolu Sigorta ve Milli Reasürans bunun bir örneği. Daha sonrasında bu kuruluşlar hızlanıyor. Bizde duayen sigortacı olarak ifade ettiğimiz, sigorta konusunu dünyadaki pek çok profesyonelden daha iyi bilen bir grup var. Dolayısıyla, üst düzey bakımından yetişmiş insan gücümüz çok iyi. Alt ve orta düzey meslek personeli yetiştirilmesi konusunda da bir miktar gayret gösterilmesi gerekiyor.

Dünyada penetrasyon en çok İngiltere’de yüksek bunun nedeni de hayat tarafında özellikle annuite birikimleri. Hollanda’da yüksek olmasının nedeni de özel sağlık sigortacılığının yüksek olması. Bizde Sosyal Güvenlik Sistemi’nin şemsiyesi geniş. Sağlık teminatları çok geniş, dolayısıyla bizim bu penetrasyonu küçük görmememiz lazım. Sürekli sigortacılık anlamında gelişemediğimiz konuşuluyor, tek başına penetrasyonu ele almak doğru olmaz. Şimdi siz kamu sağlık sistemini özelleştirdiğiniz takdirde bir anda penetrasyonunuz yüzde 2 olmaz da yüzde 5 olur ama o ne kadar sağlıklı olur o da tartışılır.

Bizim sigortada son dönemimizi anlatırsak özeti şudur. 1994 ya da 95’te eski sigortacılık kanununun en kritik maddeleri iptal edilmiş. 2007’ye gelene kadar 12-13 senelik bir mevzuat boşluğu vardı. 2007 sigorta tarihimiz için bir milattır. 2007’de çıkan bu sigortacılık kanunu ile beraber bütün her şeyi sıfırdan başlattık. Bütün ruhsatlar yenilendi ve kargaşayı ortadan kaldırdık. Bütün mevzuat yenilendi. Kanunun arkasından 20-25 tane yönetmelik geldi. Sigorta şirketleri ile ilgili nasıl kurulacak, nasıl ruhsat alacak, nasıl faaliyet gösterecek, nasıl tasfiye edilecek, zaafa düşerse nasıl müdahale edilecek… Bunların yeni kuralları sıfırdan yazıldı.

Brokerlar ve acentelere düzenleme geldi. Eksperlerle ilgili düzenleme geldi. İcra komiteleri geldi. Sigortacılık Eğitim Merkezi geldi. TRAMER-Sigorta Bilgi ve Gözetim Merkezi geldi, Sigorta Tahkim Komisyonu geldi. EGM (Emeklilik Gözetim Merkezi) daha erken kuruldu. Dolayısıyla birçok kuruluşla beraber sistem yeniden dizayn edildi. Ben bunlara “Birinci Nesil Reformlar” diyorum… Orada mevzuat altyapısı ve kurumsal alt yapı kuruldu. Takdir edersiniz ki bir ağacı dikersiniz ama budamazsanız, gübre atmazsanız, sulamazsanız o ağacın bakımını yapmazsanız o ağaç bir müddet sonra kuruyabilir de. Bu kurumlarda da gerekli yeniliklerin ve iyileştirmelerin yapılması lazım. Çünkü uygulamayı gördükçe iyileştiriyorsunuz. Uygulamayı görmeden bilemezsiniz, uygulamadaki aksaklıkları gecikmeden düzeltmeniz lazım.

Bu dediklerim birinci nesil reformlar, ikinci nesil reformlara da ihtiyaç vardır.

İkinci nesil reform ihtiyaçlarını da sigorta fuarında paylaştınız ama bunları takip edemeyenler de olmuştur. Onları tekrar paylaşmak ister misiniz?

Açıkçası ben o sunumu oradan geri aldım. Bazı kişiler de istedi ama konu zedelenmesin diye sunumu vermedim. Orada özet bir sunum vardı, konuya tam hakim olmayan birileri alıp kendi kafasına göre bir şeyler yazacak ve yarım yamalak bir sonuç çıkacak. Onun yerine ben kendi web sayfamda yazı yayımladım. Hem SEDDK’da yapılan yeni atamaları tebrik eden hem de bu ikinci nesil reform ile ilgili kendi görüşlerimi açıklayan bir şeyler yazdım. O da özettir ama ayrıntıya girilse her biri sayfalar tutar.

Sigorta ile ilgili tarihsel bir süreçten bahsettiniz, daha sonra tüm bu düzenlemeler için SEDDK kuruldu. SEDDK’nın görevleri yetkileri ile ilgili görüşleriniz nelerdir?

Aslında düzenleyici ve denetleyici otoriteler kavramı çok geniştir. Şu an Türkiye’de 11 tane düzenleyici ve denetleyici otorite var. Bu konu literatürde de çok tartışılmıştır. Bundan 22-23 sene önce BDDK kurulmuştur bankacılık için. Bankacılık ile beraber sigortacılık için de bağımsız bir idari otoritenin olması o tarihte de tartışılmıştır. Bankacılık konuları acil görüldü o zaman, o yüzden sigortacılığı bir kenara bıraktılar. 2011’de tekrar konu hakkında çalışın dediler biz de çalıştık ve taslak olarak bir kanun hazırladık. En son 2019’da bir çalışma yapıldı ve sonuca varıldı.

İyi çalışırsa doğru bir uygulamadır diye düşünüyorum. İkiye bölünmüş bir yapı vardı; Sigortacılık Genel Müdürlüğü bir de Sigorta Denetleme Kurulu Başkanlığı vardı. Biri denetim yapıyordu biri düzenleme yapıyordu. Şimdi ikisi güçlü ve tek bir kurumda birleşti. Doğru düzenlemeler ile sektörü çok daha ileri götürecektir.

 "Yeni ürün konusunda şirketlerin aşırı muhafazakâr olmaması lazım”

Sizin acentelere bakış açınız nasıl? Acentelerin kendilerini yenilemesi ile ilgili öneri ve görüşünüz var mı? Acentelerin ve sigorta şirketlerinin karşılıklı çok büyük beklentileri var… Sigorta şirketlerinin acentelere yönelik poliçe çeşitlendirmesi adına eğitim ve baskıları var siz bu konuya nasıl bakıyorsunuz?

Hiçbir zaman bir yerde bir eksiklik ve yanlışlık varsa tek taraflı olmaz. Eğer sigorta şirketi yeteri kadar yeni ve cazip ürün sunuyorsa; vatandaşın, firmaların, reel sektörün ihtiyacına yönelik ürün sunuyorsa neden satmasın ki acente. O da oradan para kazanacak. Sigorta sektörü istihdam yoğun bir sektördür. Benim kişisel görüşüm bu istihdam yoğunluğunun artırılmasıdır. İstediği kadar dijitalleşme olsun acente ile beraber büyümesi lazım.  Acentelerde diyelim ki 100 bin civarı personel çalışıyor, normalde bu doğru bir hamle ile 400-500 bine çıkabilir. Acentelerle beraber büyüme politikası ile istihdam yoğunluğu olan bu yapı korunmalı. Dijitalleşme de acente ve brokerlar ile beraber yürümelidir.

Yeni ürün konusunda da şirketlerin aşırı muhafazakâr olmaması lazım. Bir yandan bize özgü yeni ürünler geliştirilmeli, diğer yandan da dünyadaki örnekler üzerinde çalışılmalıdır. Örneğin ABD piyasasında sorumluluk sigortaları çok gelişmiş durumda. Bizde onların belki 10’da biri bile yok. Oradaki örnekler bize uygun hale getirilmek üzere çalışmalar yapılabilir.

Devlet üzerine düşen her şeyi yaptı”

 BES ile ilgili çalışmalardan da bahseder misiniz? Devlet katkısı ile BES’te son dönemde bir artış oldu. Son kararname ile beraber 18 yaş altı da BES’e dahil edildi ciddi bir artış yaşandı. Sizin bu konudaki değerlendirmelerinizi alabilir miyiz? Aynı zamanda katılım sigortacılığının gelişmesi ve yeni eklenen markalar ile ilgili görüş alabilir miyiz?

1999-2000’de Bireysel Emeklilik kanunu çıktı, 2003’te ise Bireysel Emeklilik başvuruları alınmaya başladı. O sene 5 tane şirket başladı ve ondan sonra devam edildi. Bireysel Emeklilik tarihimizde köşe taşları şunlardır; 2003’ten 2013’e kadar 3 milyon civarında katılımcı geldi. O zamanlar verdiğiniz parayı vergi matrahından indiriyordunuz. 2013 yılı başında “katkıya katkı” modeline geçildi. Verdiğiniz paraya yüzde 25 devlet katkısı verilmesi ile beraber 2013’ten 2016’ya kadar geçen üç yılda, daha önceki 10 yılda gelen katılımcı sayısı kadar ilave katılımcı geldi ve sayı 6 milyona yükseldi. 2017 yılı başında “Otomatik Katılım Modeli” uygulamaya konuldu. Bu modelde sistemden çıkış ile ilgili caydırıcı unsurlar zayıf kaldığından yüksek oranda çıkışlar oldu. Buna rağmen içerde kalan ve birikim yapmaya devam eden ciddi sayıda katılımcı da mevcuttur.

BES’te biliyorsunuz ki emeklilik yaşı 56’dır, bu nedenler başta katılım 45 yaş altıydı. 10 yıl kalmanız gerekiyor sistemde o gözetilmişti. Şimdi yeni gelinen noktada 18 yaş altına BES getirildi, 45 yaşın üstü açıldı, yüzde 25 olan devlet katkısı da yüzde 30’a çıkarıldı. Hatta aynı yıl içinde dolan devlet katkısı limitini öbür yıla aktarma imkanı da getirildi. Devlet üstüne düşen her şeyi yapmış oldu. Fonlar büyüdü ama madalyonun bir de öbür yönü var. Madalyonun öbür tarafında iki konu var; birincisi kesintiler konusu. Rekabetçi yapı ile kesintiler düşüyor ama o kesinti tavanlarının çalışılması gerektiğine inanıyorum.

İkinci konu ise; SPK tarafından portföy yönetim şirketlerinin getirisi konusunun takip edilmesi lazım. Daha önce bunla ilgili yapılan çalışmalar vardı. Madalyonun öbür yüzündeki bu iki konuya dikkat edilmesi gerekiyor.

Yoksa devlet üstüne düşen her şeyi yapmış oldu. Bunun ötesinde devletin yapabileceği bir şey kalmadı. Artık BES ve portföy yönetim şirketlerinin üstüne düşen vazifeler var.

Katılım sigortacılığı konusunda da SEDDK çalışıyor. Çok önemli düzenlemeler yaptılar. Danışma Kurullarını yetkilendirdiler. Pencere uygulaması kaldırıldı. Bu konudaki kişisel görüşüm, katılım sigortacılığında ortaya çıkabilecek fon fazlası katılımcılara (sigortalılara) dağıtılıyor olduğundan, dijitalleşme çok önem kazanıyor. Diğer bir ifadeyle siz sisteme katılan kişilerin ne kadar fon geri ödemesi almaya hak kazandıklarını erken bir zamanda açıklayabilmelisiniz. Bu olduğu takdirde katılım sigortacılığı daha hızlı gelişecektir. Esasen katılım sigortacılığı ile ilgili olarak hazırlanan bazı raporlarda da temel sorunlardan birinin diğer sigorta şirketlerinin taklit edilmesi olduğu ifade ediliyor. Bu nedenle, katılım sigorta şirketleri farklarını ortaya koyabilirlerse çok hızlı gelişeceklerdir.

"Günümüzde yeni fikirler çok önemli”

Bir röportajınızda “Sigortacılık Düşünce Merkezi ile beyin fırtınası yapacağız” demişsiniz, bunu biraz açar mısınız? Sigortacılık Düşünce Merkezini neden kurdunuz? Hem de Mart ayında 6 proje paylaşılmıştı bu projeler ne durumda? SİGOMER’ın hedeflerinden bahseder misiniz?

Üniversiteden iki akademisyen arkadaş bana geldi. Uluslararası hakemli akademik bir dergi çıkaralım, bize destek olur musun diye geldiler bana. Bu şekilde Dergiyi başlattık. Derginin adı “International Journal of Insurance and Finance”… Dergi şimdiye kadar Mayıs ve Kasım 2021’de bir de Mayıs 2022’de çıktı. Uluslararası çapta referans da veriyorlar. Her sayıda 5 tane İngilizce makale çıkıyor. Hard Copy’i azaltmak istiyoruz çünkü web sayfası da var. Sigomer.com’un web sayfasında bu dergi de var. İsteyen oradan makaleleri de okuyabilir. Bu akademisyen arkadaşlara ben de bir öneride bulundum ve bir think tank kuralım dedim. Onlar da olumlu karşıladılar bu şekilde süreç başladı.

Gelişmiş ülkelerde ‘Think Tank’ denilen düşünce kuruluşları vardır ama bunların ezici bir çoğunluğu askeri strateji, askerlik, dış politika gibi konulardadır. Sigortacılık gibi münhasır, çok dar bir alanda yoktur. Biz de dar bir alan olsa da sigorta alanında kuralım insanlar orada fikir üretsin, yazılar, makaleler, kitaplar yazsınlar biz de düzenli raporlar hazırlayalım dedik. Bir de ona yeni ve yenilikçi fikirler ilave ettik. Çünkü günümüzde yeni fikirler çok önemli.

Hedefimiz Batılı anlamda bir düşünce merkezi olmak. Düşünce merkezinde üreteceğimiz raporlarla saygın, görüşüne itibar edilir bir Think Tank olmak istiyoruz. Daha önce yapmış olduğum sunumda da yer alıyor, Batılı anlamdaki Think Tank’lerde daha çok emekli olmuş bürokratlar çalışıyor. Bizim de emekliliğimiz yaklaştığı için bir şekilde üretmeye devam edelim ve katkı sağlayalım istiyoruz. Elbette yalnızca emeklilerin katkısını değil, fikir üreten herkesin katkısını bekliyoruz.

Hatta yerli akademik bir kaynak da “pijamalı stratejistler” diye bir ifade kullanmış, emeklilere atfen. Biz fikir ve düşünce üreteceğiz, yenilikçi fikirler üreteceğiz ve raporlarımızı ilgililerin önüne koyacağız amacımız budur. Türkiye’de de böyle bir şeye ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Sigorta sektöründe de bir boşluğu dolduracağımızı düşünüyoruz.

En son Mart ayında bir toplantı yapılmıştı, yakın bir tarihte yeni bir toplantı var mı?

Bizim “Düşünce Pazarları” dediğimiz toplantıda yeni fikirleri koyacaktık. İlk sefer 6 fikir geldi. Toplantı yaptık. İkinci için de 4-5 tane bizde fikir var diyenler oldu. Somut olarak 3 fikir geldi. Motorlu Taşıt bürosunda yeni bir fikir vardı onu Akif Bey sunacaktı, Akif Bey Başkan oldu. Bir başka arkadaş banka sigortacılığı konusunda sunum yapacaktı o arkadaş da yurt dışında bir bankaya genel müdür oldu gitti. Üçüncü fikir var o kaldı… Biz en az 3-4 yeni fikir bulmalıyız ki toplantı yapabilelim. Bir de tatil mevsimi… Ekim gibi yeni fikirler gelirse memnuniyetler onları da tanıtacağız. Sizlerde de fikirler varsa buyurun gelin, herkese açığız. İstediği kadar uçuk kaçık olsun, oranın özelliği o fikirler orada tartışılacak. Her türlü fikir konuşulacak orada.

“Dünya değişti, sigorta sektörünün de bu yenilikleri yakalaması gerekiyor”

 Sigorta sektörünün genişlemesi ve daha fazla kitleye ulaşması için Dr. Ahmet Genç olarak neler söyleyebilirsiniz?

Bu tabii uzun yıllardır tartışılan bir konu. Bir sürü boyutu var; vatandaş boyutu var, sigorta şirketleri boyutu var, düzenleyici otorite boyutu var… Birinci adım, düzenleyici otorite boyutunda 2007’ye kadar bir mevzuat boşluğu vardı. 2011-2012’ye kadar mevzuat boşluğu giderildi. Düzenleyici otoritenin biraz da de-regülasyona geçmesi gerek. Düzenlemeleri gevşetecek. Çünkü hiç düzenleme yokken her şeye karışır bir düzenleme noktasına geldik. Düzenleyici tarafın “de-regülasyon” sürecine geçip, akılcı bir şekilde denetim boşluğuna da meydan vermeden büyümenin önünü açması lazım.

Sigorta şirketleri ve aracılar tarafında zaten yeni ürünler konusu mutlaka gündeme gelmeli. Orada da birinci adım dünyada hangi sigortalar uygulanıyor. Özellikle Amerika Kıtasında çok fazla alanda sorumluluk sigortası mevcut. Onların Türkiye’ye uygulanabilirliği çalışılmalı. İlave olarak da özgün olarak bize uygun ürünlerin çalışılması gerekiyor.

Vatandaş tarafında da bilincin artırılması çalışmaları yapılmalı. Maalesef siz istediğiniz kadar anlatın çok etkili olamıyorsunuz ama örneğin bir deprem yaşandığı zaman bir anda talep artıyor. Fiziki olarak yaşamadığı zaman istediğiniz kadar anlatın işe yaramıyor ama yine de bilinç artırıcı çalışmalara devam edilmesi gerekiyor. Bizim 2011’de çıkardığımız tanıtım ve bilinçlendirme stratejimiz vardı onun yenilenmesi gerekiyor, üstünden 10 yıl geçti.

Bir de pandemiden sonra dijitalleşme çok hızlandı. Bir gün bir alışveriş merkezinde bir kuyruk gördüm gençlerin elinde kitaplar var yazara imzalatmak için sıraya girmişler. Yazarın adını söylediler hiç tanımadığım bir yazar. Kimdir tanımıyorum dedim. Wattpad yazarı dediler. Wattpad yazarlığı diye bir kavram var artık. Youtuberlar, Influencerlar var… Dünya değişti, sigorta sektörünün de bu yenilikleri yakalaması gerekiyor. Dolayısıyla biraz kafa yormamız, rutinden gitmememiz gerekiyor. Yeni fikirlere açık olmamız gerekiyor.

Hangi yeni gelişmeler var diye bazen uluslararası kaynaklara bakıyorum. Gün gelecek arabaya benzin doldurur gibi sigorta dolduracaksınız mesela. Katı yaklaşım ile bir sigorta poliçesi ancak 1 yılda yenilenir. 6 aylık, 9 aylık, 3 aylık, 45 günlük sigorta olmaz falan o dünya bitecek. Bunu da not alalım. Bu esnekliği erken yakalayan da pazarda avantaj sağlayacak.

Türkiye Ekonomisi ve Bankacılığının Tozlu ve Dumanlı Yılları 1980-2001 diye ekonomi ve finans üzerine bir kitabınız var, sigorta üzerine de bir kitap çıkarmayı planlıyor musunuz?

 Sigorta ile ilgili zaten doktora tezim kendi web sayfamda duruyor isteyen okuyabilir. Hayat dışı sigorta şirketlerinde mali yeterlilik diye… Sonra onu ben kitaba dönüştürdüm. Kooperatif sigortacılığı ile ilgili de 2 genç arkadaşımız ile beraber bir makale hazırladık.

1985 ve 1997 yıllarında bankacıkla ilgili bölümde çalıştım, o yıllarda 1980 ile 2000 arası hakikaten tozlu ve dumanlı. Medya taramasını Gazeteci Yakup Sayar yaptı. Ona da teşekkür ediyorum. Taramalar sonucunda binden fazla gazete haberi çıktı. Ama bu kitaba çok azını alabildim. Bu kitaptaki başlıkları da kendi web sayfamda verdim. Başlıklar da çok ilginçti, tarihe kayıt düşmek istedim. Bugün de süren bir tartışma var ya hani “büyümede gaz mı fren mi” diye o zamanlar da var. Turgut Özal büyüme istiyor, Merkez Bankası Başkanı frene basmak istiyor. Yine o dönemde Erbakan Hoca’nın havuz modeli tartışılmış, faiz konusu tartışılmış, kamu bankaları tartışılmış onları gazetelerden alıp koydum. Fazla yorum yapmadım. İnsanlar ne tartışıldığını bilsin yeter.

Şimdi sigortacılıkla ilgili kitabın adı da “Sigortacılığın Tozsuz ve Dumansız Yılları” olacak ama orada anılarım daha çok olacak. Kurduğumuz kuruluşlar, yaptığımız bütün çalışmalar ile ilgili konuları herkesin merak ettiği şeyleri, başarabilirsem inşallah yazmaya çalışacağım.

Son olarak Sigorta Life’ı takip edenlere bir mesajınız var mı?

Mesajım öğrencilere verdiğim mesaj gibi; iyi niyet ile çalışan insanlar mutlaka başarılı olur, her daim iyi niyet ile çalışmak lazım. İnsan yaşlandı gitsin köşesine çekilsin otursun, daha genç adam her şeye karışmasın, orta yaşlı adam şöyle olsun… Böyle bir sınır kabul etmiyorum. Bu ülkenin üretim sürecine her yaşta insanımız dahil olmak üzere hepimizin katkı vermesi lazım. Hiç yaş sınırı falan olmaması lazım. Hepimizin kafamızı yormamız lazım. Yeniliklerden de korkmamamız gerekiyor. Son söz olarak web sayfamda da yer alan Yunus Emre’den bir dizeyi vermek istiyorum.

            “Gelip geçti ömrüm benim

            Şol yel esip geçmiş gibi

            Şimdi bana şöyle gelir

            Bir göz yumup açmış gibi.